Mutluluk Nedir?
Yıllardır insanların kendilerini daha iyi hissetmelerine yardımcı olmak için çalışıyorum. Çalıştığım kişi sayısı bine yakındır. Birçok değişik durumla karşılaştım şaşırtıcı olan birisinin paylaşmak istiyorum. Bana mutlu olmakla ilgili söylediklerime karşı verdiği cevapla başlamak istiyorum. Bu mutluluk masallarını geçin cenk bey bunlar gereksiz ve insanı tüketir güçsüz kılar. Hayatın iniş çıkışı olmalı, tutkuyla yaşamak zorundayız bu iniş çıkışları seviyoruz. Istırabı seviyoruz.
Bu konuyla ilgili bildiklerimi paylaşmak istiyorum.
İnsanlar bir şekilde acısını dindirmenin yolunu arıyorlar. Eşiyle sorun yaşayan kişi kendini işine veriyor daha çok çalışıyor daha çok sevilmek istiyor. Çıta hep yükseliyor.
Amaç ne mutlu olmak, peki, bugün batı ve doğu edebiyatlarına baktığınızda mutluluğun tanımı hakkında çeşitlilik vardır. Kimisi geçmişte olduğunu söyler kimisi tam şu anda olduğunu…
Fransız filozof henri bergson şöyle demiştir. “insanlık tarihinin tüm büyük düşünürleri tanımlamak için kendi tanımlarını yapabilmek için mutluluğu belirsiz bırakmışlardır.”
Hayatımızın en önemli alanındaki şeyin ne olduğunu bilmiyoruz ama bunu netleştirmemiz gerekmektedir.
Genel olarak acı çekmeyi önlemek istediğimiz halde görünen o ki bir şekilde ona doğru koşuyoruz.
Birisi şunu demişti ben zevk alıyorsam mutluyumdur.
Zevk ve mutluluk arasında bir fark var. Zevk zamana yere ve nesneye bağlıdır. Maddenin doğasını değiştiren bir yapısı vardır. Canımız pasta istediyse ilk dilim pasta çok lezzetli gelir ikincisi o kadar gelmez üçüncü dilim ise tiksindirebilir yada çok üşüdüyseniz bir ateşe yaklaşmaktan zevkli bir şey yoktur ancak ateşe biraz da sokulursanız bir süre sonra yanmaya başlarsınız. Zevk aldığımız şeyleri deneyimledikçe bir şekilde kendini tüketir. Mutluluk böyle olmamalı diye düşünüyorum. Yanlızca zevk veren bir şey değildir.
Bana göre mutluluk bütün duygu durumlarını kişinin karşılaşacağı bütün sevicleri ve üzüntüleri aslında istila eden ve onların temelini oluşturan yoğun bir huzur ve tamamlanma hissidir.
Burada şu soru aklımıza gelebilir peki mutsuzken nasıl bir refaha sahip olabiliriz ki? Bu mümkün müdür? Bir bakıma neden olmasın bu farklı bir seviyedir. Sahile vuran dalgalara bakarsanız dalganın altındayken dibe vurabiliriz kayalara çarpabiliriz ancak üstündeyken de coşku içinde sörf yapabiliriz.
Mutluluğu bulmak için genelde dışarı bakarız. Gerekli koşulları yerine getirirsek mutlu oluruz. Şuna buna sahip olmak, olması gerekenlere sahip olmak bizi mutlu edecektir. Dediğimiz anda zaten mutluluğunuzu yıkmaya başladınız demektir. Çünkü bu olmasını istediğiniz şeylerde bir sapma yada ıskalama durumunda mutsuz olacaksınız demektir ki, çoğu zamanda böyle olur. Aynı şekilde başarı eşittir mutluluk da diyebilirsiniz. Hatta insan olarak değerimi yaşamda başardıklarımla orantılıdır da diye bilirsiniz çünkü öyle yetiştiriliyoruz. Bu genellikle erkekler arasında yaşana bir durumdur. Kadınlarda kariyerle ilgili kaygılarına bağışıklık kazanmış olmamakla birlikte onlar daha sıklıkla sevilen birisinin veya onayın kaybı sonrasında mutsuz hissederler, erkekler daha çok kariyer başarısızlığında çökerler. Çocukluktan bu yana değerlerimiz kariyer başarımız üzerine temellendirilmiştir.
Herhangi kişisel değeri değiştirmek için atılacak ilk adım, bu durumun sizin için bir avantaj mı yoksa bir sakınca mı olduğuna karar vermektir. Değerinizi ürettiklerinizle ölçmenin sizin için gerçek anlamda yararlı olmayacağına karar vermek, felsefenizi değiştirmekle ilgili en can alıcı adımdır. Pragmatik bir yaklaşımla kar zarar analizi yapabiliriz. Benlik değerinizi başarılarınızla eşdeğer tutmanın net bazı avantajları bulunmaktadır. İlk olarak bir şeyi başardığınızda “işte oldu” der ve kendinizi iyi hissedebilirsiniz. Mesela golf oynarken kazandığınızda sırtınızı sıvazlayabilirsiniz. Kendinizi beğenip rakibinize karşı üstün olduğunuzu hissedebilirsiniz, çünkü o topu son deliğe sokamamıştır. Arkadaşınızla koşarken onun sizden daha önce yorulmasında gururla kendinize “koşu konusunda iyi ama ben biraz daha iyiyim” dersiniz. Bu inanç sistemi sizi üretken olma konusunda motive edebilir. Kariyerinizle ilgili artı çaba sağlayabilirsiniz. Çünkü bunun size artı bir değer katacağına ikna olmuşsunuzdur. Kendinizi daha istenir birisi olarak görebilirsiniz. “ sadece vasat” olmaktan duyduğunuz endişeden böylece kaçınmış olursunuz. Kendi kabuğunuz içinde kazanmak için daha çok çalışır ve kazandıkça kendinizi daha çok beğenirsiniz.
Birde madalyonun öteki yüzü vardır. Değerli olmak eşittir başarılı olmak felsefelerinizin sakıncaları nelerdir? İlk olarak işiniz iyi gidiyorsa ve kariyeriniz iyiyse bununla o kadar meşgul olabilirsiniz ki tıpkı sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar çalışmak zorunda olan bir köle gibi, diğer tatmin ve zevk kaynaklarından uzak kalabilirsiniz. Daha çok daha çok işkolik oldukça üretmek için daha güçlü bir dürtü hissedersiniz. Çünkü bu hızı sürdürmeye devam edemezseniz içsel bir boşluk ve hayal kırıklığı yaşayacağınızı içten içe bilirsiniz. Başarılı olmadığınızda kendinizi sayabilmek için başka bir dayanağınız kalmadığından sıkılacak ve kendinizi değersiz hissedeceksiniz.
Farz edelim hastalık işlerin ters gitmesine yada emeklilik veya kontrolünüz dışında gelişen bir faktöre sonucunda belli bir süre için aynı yüksek hızda üretken olamıyorsunuz. Daha az üretken olduğunuz işe yaramadığınızı hissettireceği için ağır bir depresyon geçirebilirsiniz. Bu yüzden birçok intihar vakası meydana geliyor. Ama bitmedi ödeyeceğiniz başka bedellerde var. (intihar etmezseniz)
Ailenizi ihmal ettiğiniz için bazı sorunlar oluşacak ve kırgınlıklar yaşanacaktır. Uzun bir süre her şey yolunda gitse de sonunda fatura size çıkacaktır. Eşiniz bir sevgili bulabilecek ve boşanmadan söz edebilecektir. 14 yaşındaki oğlunuz hırsızlık suçuyla gözaltına alınabilecek onunla konuşmaya çalıştığınızda ise “bunca yıl neredeydin?” sorusuyla içinizde bir deprem etkisini yaşatabilecektir.
Yakınlarda çalıştığım bir danışanım tekstil işinde Türkiye’de başarılı olduğunu ve çok iyi para kazandığını söylüyordu. Yine de korku ve anksiyete ataklarının kurbanı olmaktan kurtulamamıştı. Zirveden düşerse ne olacaktı? Ya villada oturmak yerine üç odalı bir eve geçmek zorunda kalırsa yada rolls royce ye binmek yerine sıradan bir arabaya binmek zorunda kalırsa buna dayanamazdı! Yaşayabilir miydi? Kendini sevebilir miydi? Zafer yada parıltı olmadan mutluluğu bulacağını bilmiyordu. Sinirleri hep tepesindeydi. Bu sorulara nasıl cevap vereceğini bilmiyordu.
Sizin cevabınız ne olurdu? Bir başarısızlık yaşandığında halen kendinizi sevebilir ve sayabilir misiniz?
Yukarılara ulaşmak için hep daha fazla doz gerekecektir. Ama bir serabın peşinden gitmek gibi…
Cevap açık başarı mutluluğu getirmez! Başarınız değil de düşünceleriniz duygu durumunuzun anahtarıdır.
Mutluluğun başarı sonrası gelmesi gerekmediği mesajını almazsanız, zirvedeyken yakaladığınız duyguları tekrar yakalayabilmek için giderek daha fazla çalışmaya başlarsınız. Bu durum sizin işe bağımlılığınızın temelini oluşturur.
Şu soruları zaman zaman sormuşuzdur. Yaşamın anlamı neydi? Tüm yaşamım ne hakkındaydı?
Değinmek istediğim bir konuda insan ruhsal olgunlaşma süreci,
Bu süreç basit olandan karmaşıklığa doğru gider bu fabrikada parçaları birleşen arabaya benzer bazıları montaj bitmeden de trafiğe çıkar hani bir aralar şahin görünümlü doğan vardı işte öyle bir şey
Trafiğe çıkan bu arabaları ne amaçla nasıl kullanacakları sürücülere yani bizlere aittir. Sürücü bu güzel aracı olumlu ve güzel yerlere götürebileceği gibi olumsuz ve kötü yerlere de götürebilir.
Bu gelişim aşamasında en ilkel düzey haset duygusudur. En gelişmiş olanı da şükran duygusudur.
Haset duygusunu açalım biraz
İnsanoğlu temelde eğilim olarak güzelliği, başarıyı, zenginliği, mutluluğu ve refahı ister. Genel eğiilim bu yöndedir. Hepimiz etrafımıza baktığımızda çevremizdeki dünya ile ilgili içimizde bir takım yansımalar hissederiz. Haset duygusunda olan kişi çevresindeki dünyada birilerinin başarılı mutlu çeşitli güzellikleri yakaladığında bir daralma ve sıkıntı hisseder. Tanıştırayım Bu haset duygusunun ta kendisidir. Mesela sabah kahvaltı yaptıktan sonra otoparkta komşumuzun yeni otomobilini görebiliriz. Bizim eski otomobilimizin yanında komşumuzun gıcır gıcır yeni otomobili bizde bir takım duygular çağrıştırır. Yıllardır beraber yaşadığımız komşumuzun bu otomobili bizim içimizde bunaltı, sıkıntı ve daralma yaratabilir. Veya komşumuzun oğlu üniversite sınavını kazanmış bizimki açıkta kaldığında aynı baskı ve bunaltıyı hissediyorsak haset duygusundayızdır. Kısacası haset duygusu bizim uzantımız olmayan nesnelerin dışındaki bireylerin kurumların elde ettiği her türlü güzelliğe karşı hissettiğimiz negatif duygudur. O güzellikler orada olmamalıdır. Bu şekilde haset edilen kişiye karşı çamur atma başlar. Mutlaka bir kusur bulma mecburiyeti hissederiz. Kendinde olmayanı tahrip etme yok etme temel istekdir. Haset duygusu yoğunsa bir akşam komşunun arabasını bile çizeriz. Haset duygusu güzeli yok etmektir başka yerde olamaz. Haset hisleriyle dolu insan hayatını bir cenderede geçiren her anını hırs ve öfke içinde yaşayan içinde huzuru ve dinginliği bulamayan ilkel bir varlıktır.
İnsanın haset duygusundaki açmazını bir bebekte bile görebiliriz. Kendini doyuran memeye karşı başlayan bu duygu memeyi tahrip etmeye ısırmaya gider aslında onu besleyen hayat kaynağı olan bir şey olduğunu kavramaktan acizdir. Haset duygusundaki her insan aslında ona ait olmayan güzelliklerin hayatının ayrı bir rengi ve güzelliği olduğunu fark edemez bu güzellikleri hayatından çıkardığında yaşayacak hayatımız kalmaz.
Bu haset duygusu olgunlaşma yönünde bir basamak çıkarsa açgözlü oluruz.
Açgözlülüğü gene bir bebeğin dünyasından tanımlayacak olursak bebek annesinin memesini büyük bir arzuyla sarılarak memedeki bütün sütün tamamını almaya çalışır. Karşı tarafta bir şey kalmamalıdır. Hepsi onun olmalıdır. Doyduğu halde emmeye devam eder. Ne kadar açgözlü bir bebek denildiğini çokça duyarız. Büyüdüğümüzde de bu gelişim evresindeysek en güzel en varlıklı en bilgili en kahraman olmalıyızdır. Her şey bizim olmalıdır.
Psikolojik anlamda açgözlü kalmış bir birey sosyal ilişkilerde ciddi sıkıntılar yaşar toplumsal huzuru bozar hedeflediği nesnelere ulaşmak için çok büyük dürtüler hisseder onlara ulaştığında da anlamsızlık duygusu yaşayabilir buda ayrı bir sıkıntı kaynağıdır.
Üçüncü evre kıskançlık evresidir. Haset duygusunu aşmış açgözlülüğü geçmiş bir birey daha olgun bir mertebe olan kıskançlık seviyesine ulaşmıştır.
Diğer evrelere nazaran burada yok etmek yada hepsinin onda olmasını istemez. Karşısındakinde var olanın kendinde de olmasını arzu eder. Komşu kadar başarılı komşu kadar varlıklı ve komşu kadar huzurlu olmak ister.
Karşıdaki nesneler ele geçirilmediği sürece sıkıntı kaçınılmazdır. Bu kişiye dayanılmaz bir acı verir ve bu yarışında sonu yoktur. Hep bizden daha iyileri daha başarılı yada daha huzurlu olanlar olacaktır. Buradaki kıskançlık ruhsal seviyedeki kıskançlık eşe hissedilen kıskançlık farklı bir şeydir.
Son seviye olan şükran duygusu ise ;
Bir anne çocuğuyla ilgilenirken çocuğun mutluluğundan keyif alır. Çocuğun mutlu ve keyifli bir şekilde oynaması doğal hareketleri anneye büyük bir keyif verir. Çocuk çişiyle kakasıyla gece ağlamalarıyla birçok problem yaratır. Tüm bu rahatsızlıklara rağmen anne büyük bir istekle çocuğun bakımına devam eder. Bunun karşısında hiçbir şey beklemez. Çocuk mutlu olduğunda büyük bir keyif hisseder. Bu şükran hissinin en saf halidir. Hiçbir karşılık beklemeden vericiliğinden keyif alma halidir. Başkasının yaşadığı mutluluk, huzur halinde keyif almadır. Dışarıdaki güzellik bireye nasıl olursa yada kime ait olursa olsun keyif vermektedir. Çocuğumuza karşı hissedilen bu duyguyu yaygınlaştırdığımızda bunu tüm dünyaya karşı hissedebiliyorsak olgunluğun doruklarındayız şükran duygularının tam ortasındayızdır. Sanki tüm dünya ve evren bizim uzantımız gibidir. Bir çiçeğin sağlıklı büyümesi ona keyif vermekte, bir gencin birinciliği onu mutlu etmekte komşunun yıllardır arzuladığı arabaya kavuşması onu sevindirmektedir. Tam tersi durumlarda diğer bireylerin üzüntüye bunaltıya düşmesi çaresiz hissetmesi durumunda onu da aynı şekilde mutsuzluğa sürükler ve kederlendirir. Bu durumun bize bir faydası da bir çok ruhsal hastalığa karşı panzehir geliştirmişiz olmamızdır.
Değinmek istediğim son konuda, bağlantı kurmadır. İnsan olarak en temel ihtiyaçlarımızdandır bağlantı kurabilmek ve bağlantı kurabilmenin temelinde sevgi şevkat anlayış hoşgörü vardır.
Bağlantı kuramayan bir insanın iyi hissetmesi yada mutlu olması çok mümkün değildir.
Kendini tam olarak ortaya koyabilmendir.
Kendini hikâyene sahip çıkabilmen bunun için kırılganlığımızı ortaya koymak gerekmektedir. Kırılganlığı tamamen kucaklayabilmek, peki Kırılganlıktan kastım nedir?
Bizi kırılgan yapan şey aynı zamanda bizi mutlu yapar, kırılganlık rahatlatıcıdır demiyorum yada çok acı vericidir. Sadece hayatı yaşayabilmek için gerekli olduğunu söylüyorum. Gönüllü olarak ilk defa seni seviyorum demekten bahsediyorum. Hiç garantisi yokken bir şeyi yapmaktan bahsediyorum. Vücudundan alınan kitlenin sonucunu öğrenmeyi beklerken nefes alıp vermeye gönüllü olmaktan bahsediyorum. Sürüp sürmeyeceğini bilmediğimiz bir ilişkiye yatırım yapmaktan ve tüm bunların hayat için gerekli olduğundan bahsetmek istiyorum.
Kırılganlık utanç korku ve değerli olma mücadelemizin özü ama aynı zamanda neşe yaratıcılık, ait olmanın ve sevginin de doğum yeridir.
Kırılganlığımı gösterebilmek için çok uğraştım. Bu işe ilk başladığımda güçlü olmak zorunda olduğumu düşündüğüm zamanlarda kırılgan olmak çok zor geliyordu.
Benim için uzun süren bir sokak dövüşü gibiydi kırılganlık vurdu ben vurdum. Kavgayı kaybettim ama hayatımı kazandım muhtemelen
Yıllar boyu insanların kırılgan olmakta neden bu kadar zorlandıklarını düşündüm ve araştırdım. İlk olarak bulduğum şey kırılganlığımızı uyuşturuyoruz. İnsanlara kırılganlığı nasıl tarif edersiniz dediğimde şuna benzer cevaplar alıyorum. Kocamdan yardım istemek zorunda kalmak, hastayım ve yeni evliyiz, birisine çıkma teklif etmek, işten çıkartılmak, iflas etmek, yaşadığımız dünya bu kırılgan bir dünyada yaşıyoruz ve bununla baş etmenin yollarından birisi bu kırılganlığı uyuşturmak,
Bunun delilini bulmak çok kolay çıkın trafiğe hata yaptığını kabul etmenin kırılganlığı göstermenin karşındakini öldürmekten daha zor olduğunu düşünen bir toplum olduğumuzu hemen görebilirsiniz. Ama sorun şu duyguları seçici bir şekilde uyuşturamayız. Şu duygular kötü kırılganlık utanç, korku bunları hissetmek istemiyorum. Bunları uyuşturduğunuzda neşeyi uyuşturursunuz, minnettarlığı uyuşturursunuz, mutluluğu uyuşturursunuz, sonra anlam ve amaç peşinde koşmaya başlarız bulamayınca kırılırız ve kendimizi bir şişe içkinin son kadehini içerken, ağlarken yada tıkınırcasına yerken buluruz.
Neden ve nasıl uyuşuyoruz? Yaptığımız diğer şey kesin olmayan şeyleri kesinleştirmek, ben haklıyım sen haksızsın Günümüzde bunun en güzel örneğini politikada görüyoruz. Artık hitabet yok karşılıklı konuşma yok sadece suçlama…
Suçluluk duygusunun nasıl tanımlandığını biliyor musunuz? Acı ve rahatsızlık duygusundan kurtulma yolu, mükemmelleştiriyoruz. En tehlikelisi de çocuklarımızı mükemmelleştiriyoruz. Doğduklarında mücadele için hazırlanmış oluyorlar ve bu mükemmel çocuk bebekleri elimize aldığımızda söylemememiz gereken şu “ bak şuna mükemmel benim işim onu mükemmel olarak korumak beşinci sınıfa kadar tenise piyanoya dansa göndermek, iyi bir üniversiteye girdiğinden emin olmak” kusura bakmayın işimiz bu değil. Asıl söylememiz gereken şey şu” biliyor musun mükemmel değilsin ve mücadele için yaratılmışsın ama sevgiye ve ait olmaya layıksın” bizim işimiz bu.
Bana bu şekilde büyümüş bir nesil gösterin yaşadığımız sorunların sona erdiğini göreceksiniz.
Bir başka yolda söyle bununla da bitirmek istiyorum. Görünmemize derinden bir şekilde görünmemize kırılgan bir şekilde görünmemize izin vermek için, tüm kalbinizle sevmemiz için, hiçbir garantisi olmasa da, “bir baba olarak bu çok zor” kriz anlarında şükran ve neşe duyabilmek, kendimize sorarken “ seni bu kadar sevebilir miyim?” buna bu derece tutkuyla inanabilir miyim? Bu kadar istekli olabilir miyim? Sadece durabilmek ve neler olabileceği hakkında felaket senaryoları yazacağına, gerçekten minnettarım bu kadar kırılgan olabilmem yaşadığım anlamına geliyor” diyebilmek ve sonuncusu sanırım en önemlisi yeterli olduğumuza inanmak çünkü inanıyorum ki yeterliyim dediğimiz bir noktada çalıştığımızda o zaman çığlık atmayı bırakıp dinlemeye başlayabiliriz. Etrafımızdaki insanlara karşı daha şevkat dolu ve anlayışlı oluruz. Ve en önemlisi kendimize daha anlayışlı ve şevkat dolu oluruz.
Cenk Kahvecioğlu
Klinik Psikolog
Benlik saygısı kişinin kendini değerli hissetmesi, kendine olan saygısı, kendine olan güveni, işte benlik saygısı aslında bir çok sorunun başlangıç noktasıdır. Özellikle çocukluk yıllarımızda başlar ve ileriki yıllarda bizi daha da boğar düşük benlik saygısı, peki çocuğumuz için neler yapabiliriz. Benlik saygısını nasıl geliştirmeliyiz. Bunun için sizlerle 5 altın öğüdü paylaşmak istiyorum.
Yetişkinler kendilerini övmeli; Aslında bir çok şeyi çocuğumuz model alarak öğreniyor. Bunu doğru kullanırsak bu bizim için kolay ve değerli bir yoldur. Evet çocuk kendini övmeyi sizden yani anne babasından model alarak öğrenecek, ancak burada hemen belirtmeliyim ki övmek derken dozunu iyi bilmeliyiz abartılı bir övmeden kesinlikle bahsetmiyorum. Şu şekilde olabilir model alınan kişi bir iş yaptığında ‘Aferin bana, ne güzel yaptım’ şeklinde kendini övmesi çocuk için somut bir örnek olur ve çocuk buradaki mesajı çok güzel bir yolla almış olur. Amaç yapılan işi övmek ve sonra kişisel niteliklerini övmeyi öğretmektir.
Çocuk kendi davranışlarını gerçekçi bir şekilde değerlendirmeli; Eğer kişi kendini gerçekçi olmayan standartlara göre değerlendirirse, çabaları mutlaka başarısız olur ki buda benlik saygısı adına bizim istemediğimiz bir şeydir. Çocuğun performansını asla başka bir kişi yada grupla kıyaslamamak gerekir, ‘performanstan kastım yapabildikleridir’ kendisiyle kıyaslamak gerekir. Başka bir grupla yada kişiyle kıyaslanan çocuk zedelenir ve cesareti kırılır.
Makul hedefler belirlemeli; Genelde düşük benlik algısı olan kişiler uzak ve ütopik hedefler koyma eğilimindedir. Aslında kullandıkları bu savunma mekanizmaları kısa vadede sorunu ertelese de sonuçta kayıp daha büyük olur, kişi adeta bir dönme dolaba biner ve inemez. Kişinin daha önceki başarıları dikkate alınmalı çok uzak hedefler için ise kısa dönemli hedeflerle motivasyon sağlanması yararlı olacaktır.
Çocuk kendini övmeli; İnsanların ilk öğrenmeleri, model aldıkları kişilerle başlar ve zamanla model aldığı kişinin davranışlarını içselleştirir. Kişinin gelecekteki davranışlarını, karakterinin oluşmasını büyük ölçüde etkiler. Olumlu bir benlik algısı için kişi kendini değerlendirmeli ve olumlu yönlerini pekiştirmelidir. Bu davranışta aslında öğrenmeyle, model almayla olur. Yetişkinler doğru bir biçimde çocuğun kendini övmesi için destek olmalıdırlar, bir iş yaptıktan sonra ‘yaptığın işle övünüyor musun?’ sorusu çocuğun içindeki düşünceyi açıklar, daha sonra ‘bende senin yaptığın işle övünüyorum’ gibi cümleler etkili olur.
Çocuk arkadaşlarını övmeli; kendini övmeyle başkalarını övme arasında olumlu bir ilişki vardır. Başkalarını öven kişiler kendini daha rahat destekleye bilir övebilir. Kendini yada başkalarını övme öğrenilmiş becerilerdir.
Cenk Kahvecioğlu
Klinik Psikolog
Yaşadıklarımız öğretiyor bize, çünkü çocukluktan beri başarı ve performansa göre övüldük. Aldığımız notlar, kuralara uyma, insanları memnun etme, görüntü, spor daha birçok alanda aynıydı. Sonuçta oluşan inancımız “Ben ne başardıysam ve onu ne kadar iyi başardıysam, oyum.” Oldu.
Ama yapılan bütün araştırmalar mükemmeliyetçiliğin başarıyı engellediğini gösteriyor ve hatta daha da kötü depresyon, kaygı, bağımlılığa giden yola sokuyor bizi…
Eğer mükemmeliyetçiysek, risk almak dehşet vericidir. Hatalar yapma ve başkalarını hayal kırıklığına uğratma korkumuz yüzünden de peşinden gidemediğimiz hayallerimiz vardır. İstenilen olmak için kendi yaşamımızı feda ederiz. Adeta ruhumuzu satarız ve bu yüzden içimiz acı doludur. Ama biz mükemmel olmak için bunu da yok saymaya çalışırız.
Mükemmeliyetçilik, elimizden gelenin en iyisini yapmak değildir. Sağlıklı başarı ve büyümekle de ilgili değildir. Mükemmeliyetçilik, mükemmel yaşar, mükemmel görünür, mükemmel davranırsak, suçlama, yargılama ve utancın acısından sakınabileceğinize veya en aza indirebileceğimize inanmaktır. Bir kalkandır. Gerçeklerden kaçıran şey o iken, bizi koruduğunu düşünerek her yere sürüklediğimiz yirmi bin tonluk çelik zırh gibidir.
Elinden gelenin en iyisini yapmakla, mükemmeliyetçilik zaman zaman birbiriyle karıştırılıyor sanırım. Ama aralarındaki en önemli fark şudur; “elimizden gelenin en iyisi” inde kendimize odaklıyızdır. Merkezinde “Nasıl gelişebilirim?” sorusu bulunur. Mükemmeliyetçilikte ise dış odaklıyızdır. Genellikle de merkezinde bulunan soru “Ne düşünecekler?” dir. Hatta bazen mükemmeliyetçiliği kişisel gelişim olarak düşünenler de var. Ama maalesef esasında mükemmeliyetçilik kabul edilmek ve onay almakla ilgilidir.
Mükemmellik kâinatımızın en büyük yalanıdır. Zenginlik vaat eder ama sefalet getirir…
Mükemmeliyetçiliği bıraktığımızda, alacağımız mükâfat paha biçilmezdir. Hayatı zevkle yaşamaya başlarız. Kendi hayatımızı geri alırız ve o zaman içimizdeki mutluluğu gerçekten hissedebiliriz. Kontrol etmek zor olsa da imkânsız değildir. Bize yüklenen bu ağır yükten kurtulmak, en sevdiklerimizi yani ailemizi, çocuklarımız ve dostlarımızı tekrar kazanma şansını verir. Onlarla gerçekten sevgi dolu bir bağlantı oluşturma fırsatını yakalarız ki bu bağlantı bizim insan olarak en temel psikolojik ihtiyaçlarımızdan birisidir.
Mükemmeliyetçilikten kurtulmak için yapmamız gereken ilk şey, korkularımızı fark etmek ve onlarla yüzleşmektir. Bu olduğunda mükemmel olmaya çalışmaz, kendimizi sağlıklı bir şekilde ortaya koyabiliriz. Bunun değeri ve kişisel tatmini tartışılmazdır. Çünkü kendini ifade edebilmek yani duygu ve düşüncelerini paylaşabilmek bir başka psikolojik ihtiyacımızdır.
Diğer yapmamız gereken şey ise, iç seslerimizi dinlemektir. Özellikle mükemmel olmaya çalışan iç sesimizle içimizdeki sağlıklı tarafın birbiriyle konuşmasıdır. Hata yaptığımızda, kendimizi eleştirmeden şefkat göstermeyi öğrenmemiz gerekir. Mükemmeliyetçi sesimizi genelde Meli, malı yla biten cümlelerimizde yâda siyah beyazlarımızda bulabiliriz.
Cenk Kahvecioğlu
Klinik Psikolog
Kilolu olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Sonuçlarının kalıcı olmadığı kaç diyet programına başladığınızın sayısını sorsam hatırlar mısınız?
Neden su içseniz bile yarıyor, sebebini merak ediyor musunuz?
Aslında nedenleri kişiden kişiye göre farklı olsada içimizdeki sistemin çalışma prensibi aynıdır. Anne karnına düştüğümüz saniyeden itibaren yaşadığımız her şey, bilinçaltımıza kaydedilir. Ve bu kayıt deposundan çıkan bilgiler bizim davranışlarımızı oluşturur. Bilinçaltı tüm psikolojik sorunlarımızın kaynağıdır. Sadece psikolojik sorunların değil fiziksel sağlık problemlerimizin %90’ının kökeni de buraya aittir. Alışkanlıklarımız ve içimizden gelen tüm davranışların kökeni bilinçaltıdır. Henüz bilinçaltı tam olarak açıklanamamış olsada, bugünkü bilgiler ışığında bu konuda yapabileceğimiz birçok şey var, gücünü yapılan çalışmalarla zaten biliyoruz ve bende sizlerle bunları paylaşmak istiyorum. Özellikle de konumuz gereği neden kilo alıyor ve bir türlü veremiyoruz üzerine duracağız. Bu süreç içerisinde bilinçaltımızın belkide bize yaptığı oyunları keşfedecek, onu nasıl anlayacağımızı ve yönlendirebileceğimizi öğreneceğiz.
Yolculuğumuza size tanıdık geleceğini düşündüğüm bir hikâye ile başlamak istiyorum…
Özlem Hanım 33 yaşında kurumsal bir şirkette yönetici olarak çalışan evli ve 6 yaşında bir kız çocuğu olan, iş yaşamında son derece başarılı herkesin kendisini iş kolik olarak tanıdığı ve gerçektende işine âşık bir insandır. Genel olarak 8 yıllık evlilik süresince inişler çıkışlar olsa da evliliği de normal hatta birçok insana göre mutlu sayılacak bir düzeydedir.
Hayatında çok fazla değişimi sevmeyen ve değer verdiği insanlara sıkı sıkıya bağlı birisi. Öncelikle ailesi, eşi ve kızı onun hayatındaki en önemli değerlerdir. Her fırsatta onların kendisine hayat verdiklerini söyler. Unutmadan bir de hayatında değer verdiği karşı komşuları Necla Teyzesi var. 75 yaşında ama hayat dolu bir kadın her zaman pozitif gücü ile etrafına neşe saçan son derece dinç ve bir o kadarda sosyal olan Necla hanımın hayata bakış açısını şu sözleri ile anlatıyordu.
“Hayat çekilmesi gereken bir çile değil, zevk alınması gereken bir yolculuktur. Onu nasıl algıladığında sana bağlıdır.”
Gerçekten ondan çok şey öğrenmişti Özlem Hanım ama hala istesede onun kadar pozitif olamıyordu, zaman zaman eski alışkanlıklar ağır basıyordu, sanki içinde bir şey değişmesini istemiyordu, belki korkuyordu beklide şimdiye kadar böyle gelmiş bundan sonra ne olacak diye düşünüyordu, bir ses vardı içinde her şeyi baştan engelleyen. Ama bu sesin kaynağını ve amacını bir türlü çözemiyordu.
Bana gelmesini sağlayan ve bardağı taşıran son damlayı ise şöyle anlatıyordu. “Sıradan sayılacak bir gün, alışverişe çıktığım bir sırada üniversite yıllarımdayken çok yakın olduğum ama uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşım ile karşılaştım. Hatır sormalardan sonra arkadaşım bana konuşma sırasında bir ara o can alıcı cümleyi söyledi “ ne kadarda kilo almışsın, Özlemcim…” bozulduğumu hiç belli etmesem de dost acı söyler durumu olmuştu. Hayat işte dedim ve kendisini geçiştirdim. Aslında içimi kemiren bu duygunun farkındaydım hem de uzun zamandır. Dolabımda sakladığım eski ama en çok sevdiğim elbiseyi de bu yüzden tutuyordum, hatta geçen gün çok beğendiğim ama içine bir türlü sığmayı beceremediğim elbiseyi de aynı sebepten almıştım. Hep kendime “zayıflayınca giyerim diyordum.”
Çalışmaya başladığımızda, Özlem uzun zamandır bu duygunun içinde zayıflayacağı günü hep özlemle beklemekte ama o güne bir türlü kavuşamamanın sıkıntısı ile yavaş yavaş kendine olan güvenini de kaybetmekteydi, neden bazıları için kilo vermek bu kadar kolayken kendisi yıllardır yapmadığı diyet uygulamadığı saçma sapan yol kalmamışken kalıcı olarak kilo veremiyordu…
Ne zaman diyete başlasa içinde anlam veremediği bir huzursuzluk beliriyordu. İradesi ile o olumsuz duyguya birkaç gün dayanabiliyor ve gene kendini kalorili yemekleri ve abur cuburları yerken buluyordu. Sonra tanıdık pişmanlık ve kendine kızgınlık duyguları içinde kriz geçiriyordu. Zaman zaman bu olumsuz duyguları yüzünden eşi ve kızı bu olanlara bir anlam veremiyorlardı. Çünkü bazen Özlem Hanım en ufacık bir şeyde kendisinden beklenmedik bir reaksiyon gösteriyor ve bir anda parlıyordu.
Başladığı tüm diyetlerin sayılı günlerle sınırlı olduğunu artık oda adı gibi biliyordu. Yenilgiyi kabul etmese de kendini çaresiz hissediyordu. Sonuç olarak verdiği birkaç kiloyu da en kısa sürede alıyor hatta bazen diyete başladığı kilonun üstüne bile çıkıyordu. Çoğu zaman kendini bir çıkmazın içinde bulan Özlem Hanım bu sıkıntısını eşine açtığında da eşi kafasını gazeteden kaldırmadan “gayet iyisin bence” , “bu kadar takma kafana” gibi cümlelerle olayı geçiştiriyordu, kim bilir belki eşi de sıkılmıştı, çünkü Özlem Hanımla tanıştığı günden beri zayıflama konusundaki sıkıntıları devam ediyordu.
Çıkmaya çalıştığı kısır döngüde çabalarken arkadaşlarından duydukları da bir o kadar moralini bozuyordu. Hatta geçen gün iş yerinde çok samimi olduğu bir arkadaşının söylediği sözleri aklından çıkaramıyordu, sanki bir güç ona sürekli aynı sözü tekrarlıyordur. “Artık orta yaşız bundan sonra kilo vermek bizler için çok zor, yaşlanıyoruz şekerim” içinden ama ona ait olmayan bir ses sürekli bunu söylüyordu ancak o bu sözü duydukça daha da sinirleniyordu. Bunun gibi onu sinirlendiren birçok söz vardı etrafında dolaşan, aslında hepimiz aynı durumdayız, bazılarının farkındayız bazılarını ise değil…
Acaba gerçekten doğru muydu? Yaşlanıyor muydu? Yoksa bunun başka bir sebebi mi vardı? Neden istemediği bu alışkanlıklarına engel olamıyordu? Bir sürü soru ile kafası iyice karışmıştı Özlem hanımın…
Bu noktada sizde lütfen kendinize şunu sorun, “Yaşamımda anlam veremediğim kurtulmak isteyip de kurtulamadığım bir alışkanlığım veya olumsuz bir duygum var mıdır?” cevabınız Evet ise, yazılarımı takip etmenizi öneririm…
Özlem Hanım gibi sizinde kafanızda neden bazı alışkanlıklarımızla başa çıkamadığımız sorusu geliyorsa işte bunun cevabı bilinçaltımızda gizlidir.
Sizlerle de amacımız burada zihnimizin süreçlerini olabildiğince açık bir şekilde incelemek. Bu süreçleri inceledikçe içimizdeki yabancıyı daha iyi tanıyacak kendimizi ruhsal anlamda geliştireceğimizi düşünüyorum.
Bir sonraki yazımda Özlem hanımınla yaptığımız çalışmada yaşadığı kilo problemlerinin altında yatan bilinçaltı nedenleri göreceğiz,
Yolculuğumuz yeni başlıyor ve bu hayattan keyif alabilmenin yolculuğu…
Yiyerek Zayıflamak Gerçekten Mümkün Mü?
Yiyerek zayıflayabilmenin iki önemli kuralı vardır. Yeme dürtünüzün kontrolü ve olumsuz duygularınız, eğer bunların farkında iseniz;
Evet; yiyerek zayıflayabilirsiniz.
Olumsuz duygulardan kastettiğimiz ise genelde bastırdığımız duygularımızdır. Öfke, kızgınlık gibi olumsuz duyguları da yaşamalı ve bunları içimizde saklamadan doğru kanallardan boşaltmalıyız. Bu duyguların birikmesi demek patlamaya hazır bir volkan gibi fokur fokur kaynaması demektir. Dışarıdan öyle gözükmüyor olabilirsiniz genelde bu konulara dokunmaktan korkarız ve yok sayarız, içimizdeki bu duygulara duvar örüp öyle görünmeyiz, erteleriz ama bu hiçbir problemi çözmez sadece daha da büyüyerek içimizi kemirir. Esas korkulması gereken duygulardan kaçmaktır.
Bu her konu ile ilgili olabilir, kendinizi algılayışınız, eşiniz, çocuğunuz yâda anne babanızın davranışları v.b. hepsi içinizde birikebilir.
Yıllardır içinize atmış olduğunuz öfke ve suçluluk duygularının sizlere vermiş olduğu rahatsızlığa güzel bir örneği bir önceki yazımda altta yatan nedenlerine değinmeden Özlem hanımın hikâyesi ile vermeye çalışmıştım. Aslında Özlem hanımın gerçek problemi hiç de azımsanmayacak miktarda çevremizde var olan bir sorun ama ne yazık ki bunlar halen saklanılmaya devam ediyor. Özlem hanımın yaşadığı problemin kökeninde cinsel bir travma vardı. Küçük yaşlarda başından geçen bu hikâyeyi kendisi bile hatırlamıyor aslında. Yaşadığı acı ile başa çıkmak için ikinci bir kişilik oluşturmuş ve bu kimliği bilinçaltında saklamayı seçmekten başka çaresi kalmamıştı. Kendisinin bu kimlikten bilinç düzeyinde haberi yoktu. Zaten farkında olması durumundaki acıya dayanamazdı. İçimizdeki sistem böyle işliyor. Her koşulda bizi korumaya çalışıyor.
Kendisinde olaydan dolayı yoğun bir suçluluk duygusu hâkimdi. Yaptığımız çalışmalarla bu olumsuz duyguyu çeşitli yöntemlerle boşalttık şimdi kendisini daha rahat ve huzurlu hissediyor. Artık kendisini rahatsız eden olumsuz bir duygu olmadığından bunu gidermek için anlam veremediği yeme dürtüleri de yok.
Ama her zaman işler bu düzeyde olmaya biliyor, bazen de sadece tercihlerimizden dolayı yâda küçüklükten gelen yemek yemenin bizde yaşattığı olumlu duyguları hatırlamak için de yiyebiliyoruz. Farkında olmadan aynı Derya Hanım gibi, kendisi ile çalışmamız halen devam ediyor. Çok detaya inmeden yaşadıklarını onun cümleleri ile virgülüne bile dokunmadan aynen paylaşmak istiyorum;
“Çok uzun bir süredir diyetisyene gidiyordum. Tüm listeye eksiksiz uymama rağmen 15 günde bir çıkmış olduğum tartının üzerinde hiçbir değişiklik olmaması beni çok üzüyor ve sıkıntıya sokuyordu. Günden güne vücudumun genişlediğini hissediyordur ve psikolojik olarak kendimi çok kötü hissediyordum. Bir gün bir arkadaş ortamında “hipnozla zayıflama” programları olduğunu duydum ve çok kısa bir süre sonra diyetisyeni bırakıp bu programa katıldım. İlk seansta birbirimizi tanımak ve kısa bir hipnoz yaşamıştım. Çok heyecanlıydım ve muhteşem bir duyguydu. O sesin seni yönlendirdiği yere gidiyorsun ve derinlerde yatan seni yemek yemeğe sonsuz bir istekle teşvik eden şeyi yakalamaya çalışıyorsun. İlk seansımdan sonra bende çok şeyin değiştiğini hissedebiliyordum. Bu psikolojik değildi. Yani kendimi girmiş olduğum sürece ayak uydurmaya çalışmıyordum gerçekten değişiyordum. Daha pozitiftim daha az sinirli her seansta geçmişte ve bugün de beni yemek yemeğe teşvik eden şeyleri bulup onları affediyor ya da EFT yoluyla onlardan kurtuluyordum. Bir zaman sonra kendi kendimi hipnoz etmeye de başlayacaktım. Bu süreç geçmişte bilinçaltımıza yerleşmiş ve aslında ruhen ve bedenen bizi yöneten kalıplaşmış düşüncelerden uzaklaştırıp yerine olumlu telkinleri koyup uygulamamı sağladı. Kendi kabuğumdan çıkıp vermiş olduğum hedefe ve kafamın sağ tarafında her gün benimle yürüyen, yiyip içerken bile hep orada bana bakan yeni görüntüme ulaşmak için daha bilinçli ve daha temiz bir bilinç altıyla hareket ediyorum. Seanslara başlayalı 3 hafta oldu ve ben 3,5 kilo verdim. Yakınmadan ve en önemlisi benden beklenmeyecek kadar ufak porsiyonlar tüketip tabağımda yemek bırakarak sofradan kalkmak bana çok iyi geliyor. Şunu anladım ki diyetisyenler bize sadece irademiz dahilinde ne yiyip ne yememizi söylüyor. Diyetisyene gittiğim sürede sadece doğruluğuna inandığım tartıya, bana gerçek kilomun ne olduğunu göstermesi için para harcadığımı anladım. Ama asıl sorunun bilinçaltında olduğunu hipnozlara katıldıktan sonra anladım. Kesinlikle denemeğe değer. Yol kat ettiğinizi görünce isteseniz de bırakamazsınız.”
Aslında işin özünü çok iyi olarak özetledi Derya Hanım, bu arada yazısından sonra toplamda 7 kilo verdi, yaklaşık 1 yıl boyunca 1 gram bile veremeyen birisi için küçümsenmeyecek bir başarı ama bunu içindeki olumsuz duyguları boşalttıktan sonra kendisinin başardığını tekrar söylemek ve kendisini tebrik ettiğimi birkez daha belirtmek istiyorum.
Sizlere söylemek istediğim bizi yöneten esas merkezimizin bilinçaltımız olduğudur. Burada yaşadıklarımızı keşfettikçe aslında kendinizi keşfeder ve farkında olmadan içimizde tuttuğumuz birçok sıkıntınızdan da kurtulabilirsiniz. Bunların içinde tabiî ki olumsuz yeme dürtüleri de vardır.
Adeta duygu çöplüğüne dönen bilinçaltımızı temizlemedikçe “olumlu düşünün” demekle olumlu düşünemezsiniz…
Cenk Kahvecioğlu
Klinik Psikolog |
Borderline Kişilik Bozukluğu |
|
* Biyolojik Faktörler,BKB olan hastaların çoğunda gözlemlenen duygusal olarak sert ve değişken mizaç hemen göze çarpan bir durumdur. Varsayılan mizaç, gelişen bozukluk için biyolojik yatkınlık sağlayabilir. Bu rahatsızlıkta bayan oranı oldukça fazladır. Bu oran neredeyse %75′dir. Burada cinsiyet ve çevresel faktörlerin etkili olduğunu söyleye biliriz. Özellikle kızların öfkelerini göstermelerine izin verilmez, boyun eğici olması beklenir. Erkeklerde bu durum daha farklıdır, boyun eğitici olmaktansa hükmedici olmak yada kendilerine karşı olmaktansa başkalarına karşı harekete geçme eğilimindedirler. Bunun için temeldeki modlar ve şemalar aynı olsada bu durum erkeklerde narsisistik veya anti sosyal kişilik bozukluklarına daha yatkın olduklarını gösterir.
* Çevresel faktörler,
1. Aile Ortamı Güvensiz ve İstikrarsızdır,
Güven eksikliği neredeyse daima istismar ve terk edilmeden meydana gelir. Borderline kişilik bozukluğu olan hastaların çoğunluğu, çocukken fiziksel, cinsel yada sözel istismar yaşamışlardır. Eğer hastada gerçek bir istismar yoksa o zaman öfke patlaması yada şiddet tehdidi vardır yada hastalar diğer aile üyelerinden birisinin istismar edildiğini görmüştür. Ayrıca çocuk çoğunlukla terk edilmiştir. Bir bakıcı olmadan uzun süre yalnız kalmış yada istismarcı bir bakıcıya bırakılmıştır. Çocuğun birincil bakıcısı aşırı değişken tavırlı yada madde bağımlısı olan bir ebeveynde olduğu gibi güvenilmez yada tutarsız olabilir. Güvenlik duygusu yerine ebeveyne bağlılık genelde istikrarsız ve korkutucu hissettirir.
2. Aile Ortamı Yoksundur;
Ebeveyn ilgisi fiziksel sıcaklık, empati, duygusal yakınlık ve destek, rehberlik, koruma genellikle yoktur yada eksiktir. Özellikle birincil bakıcının empatiden yoksun yaklaşımı, çocuğa kendisini yalnız hissettirir.
3. Aile Ortamı Sert Bir Şekilde Cezalandırıcı ve Reddedicidir;
BKB olan hastalar onları kabul eden, affedici ve onlara yönelik sevgi gösteren ailelerde büyümezler. Bunun yerine eleştirel, onları reddeden, yanlış yaptıklarında sertçe cezalandıran ve affetmeyen ailelerde büyürler. Cezalandırıcılık aşırıdır; çocukken onlar sadece yaramazlık yapan normal çocuklar değilmiş gibi bu kişiler kendilerini değersiz, fena, kötü ve kirli hissederler.
4. Aile Ortamı Boyun Eğicidir;
Aile ortamı çocuğun ihtiyaç ve duygularını bastırır. Çocuğun aldığı mesaj aşağı yukarı şöyledir. “hissettiğini gösterme, acıdığında ağlama, biri yanlış bir şey yaptığında öfkelenme, bir şey istediğinde söyleme, incinebilir yada gerçek olma, sadece bizim senden istediğimiz gibi ol!” çocuğun duygusal yönü tarafından ifade edilenler özellikle üzüntü ve öfke ebeveynleri öfkelendirir cezalandırma yada geri çekilme davranışları gösterirler.
* Tedavide Yapılması Gerekenler,
Kişide var olan modlarla çalışılması gerekir. Genelde bu modlar arası değişim çok hızlı olabilir. Ve bu modların bir çocu çocukken içimizde oluşurlar. Oluştukları halde kalırlar biz ne kadar büyüsekte onlar eski davranışlarını ve acılarını yaşama eğilimindedirler.
Bu modlar;
1. Terk edilen çocuk modu,
2. Öfkeli ve dürtüsel davranan modu,
3. Cezalandırıcı modu,
4. Kendi duygularından kopan modu, (Kopuk Korungan)
5. Sağlıklı erişkin modu,
Yapılacak terapi sürecinde sağlıklı erişkin modunun güçlendirilmesi ve yönetimin bu modda olması önemlidir. Yetişkin modu daha sonra şu görevleri üstlenmesi sağlanır,
1. Terkedilen çocuk modunu korumak ve empati kurmak,
2. Cezanladırıcı tarafımıza karşı adeta bir savaş açmak,
3. Duygularını ve ihtiyaçlarını uygun bir şekilde ifade etmesi için, öfkeli ve dürtüsel davranan tarafına sınırlar koymak,
4. Endişelerini gidermek kopuk moddan uzaklaşmasını onun yerine sağlıklı erişkin modu kullanmasını sağlamak,
|
Cenk Kahvecioğlu
Klinik Psikolog |
Narsisizmin Çocukluk Kökenleri,
Genelde yapılan araştırmalarda 4 kritik faktör göze çarpmaktadır.
1.Yalnızlık ve İzolasyon,
2.Yetersiz Sınırlar,
3.Kullanılıyor yada Yönlendiriliyor Olmanın Geçmişi,
4.Koşullu Onaylama,
Yalnızlık ve İzolasyon;
NKB olan pek çok hasta küçükken yalnızdır. Kayda değer bir biçimde sevilmemişlerdir. Çoğu önemli derece duygusal yoksunluk yaşamıştır. Anne yada temel bakıcı kimse onlara ilgi gösterebilirler ama bu ya sadece fiziksel ilgidir yada inandırıcı değildir. Anne tarafından içten sevgi ve duygusal bağlılığın yanı sıra empati ve uyum eksikliği vardır. Ayrıca pek çok NKB olanlar arkadaşlarından farklı olduklarını ve ya sevilmediklerini düşünürler.
Genelde var olan temel şemalar, duygusal yoksunluk, kusurluluk ve sosyal izolasyondur. Kişiler ya bu şemaların farkında değildir yada belli belirsiz bir farkındalık vardır.
Yetersiz Sınırlar;
NKB olan kişilerin çocukluk dönemlerine bakıldığında sınır konulmadı ve aşırı müsamaha gösterildiği gözlemlenir. Bunun yerine fiziksel biçimlerde yada başkalarının duygularını dikkate almadan istedikleri gibi davranmaya izin verilmiştir. Başkalarına kötü davranıldığında bu davranışa izin verilir ve öfke krizlerine girdiklerinde kabullenilmişlerdir.
Günlük ev işleri yada yatma zamanı gibi aktivitelerde büyük ölçüde denetlenmemişlerdir. Çocuğa sevgi yerine benzersizlik duygusu sunulur. Bu hastalıklı düşünce artık çocuğun sahip olduğu en iyi şeydir.
Kullanılıyor yada Yönlendiriliyor Olmanın Geçmişi;
NKB olan kişiler, çocukken ebeveynlerinden birisi tarafından bir şekilde kullanılır yada yönlendirilir. Örneğin; bir ebeveyn cinsel olarak kullanmış olabilir, olmayan eş rolünü doldurması için yönlendirilebilirler yada ebeveynin kazanım, başarı statü veya tanınma ihtiyacını dolaylı yoldan doldurması için onları cezalandırabilir. Genelde bu çocuk farkındalığının dışında meydana gelir. Genelde danışmaya gelen NKB ilk cümleleri şöyle başlar “Harika bir çocukluğum oldu. Her iki ebeveynimde muhteşemdi.” Bazı şeylerin yanlış olduğunun bilincinde değildirler. NKB olan hastaların çocukluk dönemlerine bakıldığında ebeveyn çocukların ihtiyaçlarını anlamadıklarını fakat çocukları aracılığıyla kendi ihtiyaçlarını tatmin ettikleri gözlemlenir. Çoğunlukla ebeveynlerden biriside narsisistik kişilik bozukluğu gösterebilir.
Çocukken bu hastaların çoğu, kafa karıştırıcı bir durum deneyimlemişlerdir. İlgi, övgü ve beğeni almışlardır ve bunların hepsi iyi hissettirir. Bu nedenle sevildiklerine inanırlar. Fakat genelde temel ilgiden yoksundurlar; dokunulmamış, öpülmemiş, kucaklanmamışlardır. Ne yansıtılmış ne de anlaşılmışlardır. Aslında görülmemiş ve duyulmamışlardır. Böylece onaylama almışlar fakat gerçek sevgiyi deneyimsememişlerdir. Sadece belirli standartlar dışında performans gösterdiklerinde ilgi gördüklerinden kullanılmışlardır.
Koşullu Onaylama;
Çocukken ebeveynleri tarafından zorlanan yüksek standartları biraz karşıladıklarında özel hissetmişlerdir. Aksi halde ebeveynleri tarafından görmezlikten gelinirler yada değersizleştirilirler. Daha çok görünüme vurgu yapan bir ebeveyn vardır. Çocuk, ebeveynin onayına layık olmak ve ebeveynin eleştirilerini ve taleplerini engellemek için mükemmel olmaya çalışır.
Çocuk istikrarlı bir kendindelik saygısı duygusu geliştirememiştir bunun yerine çocuğun kendilik saygısı, başkalarının onayına bağımlı hale gelir. Başkaları onayladığında çocuk bir an için değerli hisseder, ama bu onayı alamazsa değersizlik duygusu hisseder.
NKB Olan Hastanın Tipik Çocukluk Geçmişi,
Çok sayıda hasta çocuklukta tercihen onlara sanki “özelmişler” gibi davranan ve çok az sınır koyan düşkün bir ebeveyne sahiptir. Bu ebeveyn genellikle annedir nadiren de babadır. Anne, çocuğu şımartır ve müsamaha gösterir. Fakat davranışı, çocuğun ihtiyaçlarıyla değil kendi ihtiyaçlarına dayalıdır. Anne çocuk aracılığıyla statü ve tanınma ihtiyaçlarını gidermek ister. Bu beklentileri idealleştirir ve karşılamak için yüksek beklentiler hazırlarlar. Annenin bu durumda kontrolcü ve yönlendirici olması gerekir. İhtiyaçları ve duygularından dolayı empatiden yoksundur ve fiziksel duygulanım vermemiştir. Verdiyse de başkalarının önünde göstermek için veya kendi istediği zamanlarda vermiştir. Diğer ebeveynde önemli rol oynar genelde ortaya çıkan tabloda diğer ebeveyn de öbür uçtadır. Bulunmayan, pasif mesafeli, reddedici, eleştirel yada istismarcı babalara sahiptirler. Bu yüzden bu hastalar iki farklı karşıt mesaj almaktadırlar. Bir ebeveyn değerlerini yükseltirken diğer ebeveyn onlara aldırmaz yada değerini düşürür.
NKB olan pek çok hasta çocukken bir şeklide yeteneklidir. Onlar, göz alıcıdırlar, güzeldirler, atletiktirler yada artistiktirler.
Genelliklede ebeveynlerden birisi yada ikisi de bu yeteneği aracılığıyla övgü almak için zorlamaktadırlar. Bir bakıma ebeveyne olumlu şekilde yansıyan başarılarında yada görünümlerinde sivrildiklerinde aşırı sevgi ve ilgiyle tutulurlar. Aksi halde hemen hemen hiçbir şey verilmez. Değersizleştirilirler, eğer bırakırlarsa ebeveyn onlardan aniden ilgilerini keseceği yada onları eleştireceği korkusundan dolayı ebeveynin onayı için yeteneklerini göstermeyi sürdürmeye çalışırlar. Bir durumdaki benzersizlikler -yeteneklerini gösteriyor olduklarındaki – diğer durumdaki değersizlikleri – sıradan çocuklar olduklarında – arasındaki bir farklılık vardır.
Benzer şekilde narsisistik hastaların bazıları başkalarının özel olarak gördükleri ailelerde büyürler. Belki de aile, diğer ailelerden daha zengindir, bir ebeveyn ünlüdür, üstün başarılıdır. Çocukken bu hastalar “ben özelim çünkü ailem özel” i öğrenirler. Bunun yanında aile içinde bu farklı olmuştur. Aile içinde bu çocuklara aldırılmaz yada reddedilmişlerdir. Aile içinde ilgi ve övgü alan çocukların, üstünlük gösterenler olduğunu öğrenirler. Sıradan çocuklar görünmezdirler.
Bazı hastalar ise, ev içinde sevilirler ve değer görürler ama dışarıda akranları tarafından reddedilirler yada belirgin bir şeklide farklı hissederler. Belki de karşı cinse çekici, atletik değildirler yada etrafındaki çocuklar kadar zengin değildirler. Ergenlik döneminde popüler değildirler ya da kalabalığın bir parçasıdırlar.
Tedavi
Tedavinin birincil amacı, Büyüklenmeci kendilik ve kopuk kendini yatıştırma modlarıyla savaşma, yanlız çocuğa yeniden ebeveynlik yapmak kişiye sağlıklı yetişkini terapi sürecinde model olarak sağlamak ve kişinin sağlıklı yetişkin modunu inşa etmektir. amaç, daha az aşırı telafi ve kaçınma ile incinebilirliği artırmaktır. tabiki bu süreç kolay olmayan ve inişli çıkışlı dik bir yokuşa benzer, ancak bu yokuşu aşmak mümkündür…
|
Cenk Kahvecioğlu
Klinik Psikolog |
|
Aşağıdakilerden beşinin yâda daha fazlasının olması ile belirli erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, aşırı duygusallık ve ilgilenme arayışı gösterme;
•İlgi odağı olmadığı durumlarda rahatsız olur,
•Başkalarıyla olan etkileşimi çoğu zaman uygunsuz bir biçimde cinsel yönden ayartıcı yada baştan çıkarıcı davranışlarla belirgindir,
•Hızla değişen ve yüzeysel kalan duygular sergiler,
•İlgiyi üzerine çekmek için sürekli olarak fiziki görünümünü kullanır,
•Başkalarını etkilemeye yönelik ve ayrıntıdan yoksun konuşma biçimi,
•Gösteriş yapar yapmacık davranır ve duygularını aşırı bir abartmayla gösterir,
•Telkine yatkındır, başkalarından ve olaylardan çabuk etkilenir,
•İlişkilerinin, olduğundan daha yakın olması gerektiğini düşünür, |
|
|